Quantcast
Channel: Umut Karacaoğlu » kedi
Viewing all articles
Browse latest Browse all 4

“taciz: off yavruya gel..”

$
0
0

ofisin bulunduğu hanın girişinde; kişiye özel concierge hizmeti de veren bir lobi var. bu lobi; bir masa, bir tek gözlü ocak, infrared ısıtıcı, 3/4 ‘ü kırık bir boynası (boy aynasının küçüğü) ve 1989 basımı bir bursa ansiklopedisinden oluşuyor..

"sarı bela"

canlı namına da; bir görevli; bir anne kedi ve bir de yavru kedi var. işte bu ‘yavru kedi’ olarak anılan arkadaş, ofisteki kadınların

“ay aman ne tatlıymış”, “ablası yer miymiş onu” ve “of yavruya gel”

gibi baskıları sonucunda aramıza katıldı.

bu katılım sürecinde, deniz baykal’a nazire edercesine bir muhalefet odağı haline geldim ve tüm gücümle olaya karşı çıktım. önce;

“kokar o”, “kokutur her tarafı”, “burası iş yeri”

gibi  argümanlarla çıktım hayvanseverlerin karşısına. hayvanseverler hiç oralı olmadı.

hatta sevdikleri şeye birisinin kokuyor demesine falan da kızıp daha bi’ hayvansever oldular galiba. iyice sevdiler hayvanları..

daha canhıraş savundular lanet kediyi.

*

ben de gelişmelerden ders aldım ve ustaca bir manevrayla argümanımı;

"send me a postcard darling.."

“ee ne yapacak bu yavrucak anasından babasından ayrı?”, “garibanın annesi aşağıda kendisi yukarıda kalacak?”, “yavru bir kedi için gerçekten aşılması zor bir engel bu”, “he ayrıca burası iş yeri” söylemlerine kaydırdım.

böylece muhalefeti cephe gerisine sızdırdım. bir riyakar gibi şunu demeye getiriyordum:

“arkadaşlar ben de sizden biriyim ve davamız için en hayırlısı bu dediklerimi yapmak.”


bu muhalefetim de; ana akımın “o burada rahat edecek, dışarıdaki belalardan da korunmuş olacak; karnı doyacak, gözü gönlü açılacak.. hem reklam dünyasına da girmiş olur, kolunda altın bilezik.” ideolojisini savunmasıyla yerle bir oldu.

bu savaşı kaybediyordum..

*

bir miktar düşündüm. yavruya bok atmıştım, olmamıştı; ondan yana çıkmıştım gene olmamıştı. e hafa sonu ne olacaktı bu yavru? işte bu hassas bir nokta olabilirdi.

bu konu üzerinde ajitasyona başladım; tam “burası iş yeri” diye de ekliyordum ki mesai saati sona erdi; ofis dağıldı..

pazartesi gününe dek kendimi hazırlayacak, ayna önünde konuşma çalışacak ve ne yapıp edip salı günü mesai saati sonuna dek bu kedi krizini çözecektim.

tüm hafta sonumu bu meseleye ayırdım, kedilerden doğabilecek zararları, hastalıkları araştırdım, günde ortalama kaç gram tüy dökdüklerini ezber ettim; ve pazartesi günü donanımlı bir şekilde ofisten içeri girdim..

gözüm yavruyu arıyordu.

gördüğüm gibi başlayacaktım veryansına.. ama o da ne; yavru yoktu..

saklanıyor muydu? yaklaşan tehlikeyi sezmiş miydi tipsiz bıyıklarıyla, gene türlü dalavere peşinde miydi? sezgileri kuvvetli miydi yoksa hafta sonu beni mi takip etmişti?

*

hayır..

cumartesi günü greenbox’a çekim için gelen ekipten bir kadın;

“ay aman ne tatlıymış”, “ablası yer miymiş onu” , “of yavruya gel”

gibi sözlerle aklını çelmişti yavrunun ve alıp evine götürmüştü..

halbuki ofisin neşe kaynağıydı o yavrucuk, küçük prensesiydi.. gaddar kadın.. nasıl kıydın yavruya?

şimdi hepimiz biraz üzgünüz.. yüreğimiz buruk mına ke..

*


yine de o kadına teşekkür ederim,

sonuçta burası bir iş yeri..


Viewing all articles
Browse latest Browse all 4

Latest Images